Dolunay Okulu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Arkadaşlar birbirlerine güvenmemeye başladığında, kıvılcımları alevlendirmek için Karanlık orada olacaktır...
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Chris Black

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Chris Black
Eğitmen
Eğitmen
Chris Black


Erkek Başak Köpek
Mesaj Sayısı : 2
Reputation : 0
Doğum Tarihi : 18/09/94
Kayıt Tarihi : 30/08/10
Yaşı : 30

Rp Puanı
Güç Seviyesi:
Chris Black Left_bar_bleue95/100Chris Black Empty_bar_bleue  (95/100)
Uyarı Seviyesi:
Chris Black Left_bar_bleue0/0Chris Black Empty_bar_bleue  (0/0)

Chris Black Empty
MesajKonu: Chris Black   Chris Black EmptyPtsi Ağus. 30, 2010 11:46 pm

Öncelikle belirtiyimki Rpler diğer sitede yaptığım Rplerdir.

İçeri bol ışık girmesini sağlayan penceremin tam yanındaki yaylı
yatağımda güneşe karşı gözlerimi açtım. Pırıl pırıldı... Ellerimi
Başımın altına koyup güneşi izlemeye başladım. Dışarıdaki kuşların sesi
bana huzur veriyor ve hayatı daha iyi görmemi sağlıyordu. Çocuk gülme ve
bağırma sesleriyle penceremden aşağı çocuklara baktım. Onlarda benim
küçükken yaptığım gibi kurtadam taklidi yapıp oyun oynuyorlardı. Bende
küçükken kurtadamların dolunayda dönüştüklerini ve kurtadam olan
kişilerin kontrollerini kaybettiklerini sanardım. Bu ben onları iyi
insanlar gibi görmek istediğimdendi bana göre kurtadamlar kötü
olmamalıydı. Babamın bir kurtadam olduğunu öğrenmem biraz zaman almıştı.
Bu kurtadamlara bakışımı kötü etkilemişti. Yanlış anlaşılmasın babam
çok iyi bir insandı ama bu saldırıların kasıtlı olarak yapıldığını
gösteriyordu ve babamdan kurtadamların kurta istediği zaman
dönüşebildiklerini öğrendiğimde şaşırmıştım. Bu bir zarar değil iyi
kullanıldığı takdirde yarardı...

Hayata hep iyi bakardım ama
ailem karanlık hizmetkarları tarafından öldürüldüğünde daha küçük
olsamda onlardan nefret etmeye ve onlara karşı kin beslemeye
başlamıştım. Personnalisé okulana başladığımda Akheron binasına seçilmiş
ve iyilik yolunda arkadaşlarım tarafından hep desteklenmiştim. Soydan
soya geçen kurtadam özelliği bende de vardı bunun yanındaysa hücre
yenileme olan özel güzm yara almıyordum babam gibi... Yaşlı şeytan bana
hep bu gücün onu bir kademe yükseğe taşıdığını söylerdi. Daha okulu
bitirdiğim gün Işık savaşçılarının yanında yer alarak Hephaistosun
karanlık öğrencilerine karşı olan savaşa girmiştim. Büyük bir galiple
savaştan ayrılırken doğal olarak hiç yara almamıştım ama zaten kurda
dönüştüğüm de kaçan Hephaistoslu öğrenciler savaşta bize çok yarar
sağlamıştı. Işığın Savaşçılarına katılarak onlarla her zaman iyiliğin
yanında yer aldım. Şimdide hala onlardanım ve her gün devriye gezip
Karanlık Taraftan birilerini arıyorum zaten daha çok gencim ve aptallığa
kadar yükselen bir cesaretim var...

Bunları düşünmekten vaz
geçip yatağımda iyice doğruldum. Central Parkta bir koşuya kararlıydım.
Güne oradan spor yaparak başlamak beni rahatlatıyordu. Ayrıca Central
Park başlı başına bir devriye yeriydi. Orada güne başlamak bile Işık
için yararlıydı. Her gün her gece Rolando Martinez i aradım. Babamı
öldüren adam. Karanlık Tarafın lideriydi bulunması zor bir hedef...
Üzerime bir şort ve t-shirt aldım. Oturduğum binadan ayrıldım ve Central
Parka doğru yolda yürümeye başladım. Aklıma Jake takılmıştı acaba
dersleri nasıl gidiyordu. Jake on yedi yaşındaydı ama hem öğrencim hem
arkadaşımdı. Çocuk her hayvana dönüşebiliyordu ona dönüşümlerini
kolaylaştırması için yardım etmiştim yakın bir dost gibiydik. Şimdi
Central Parkın girişindeydim. Hemen diğer insanlar gibi koşu yoluna
girdim.Her gün düzenli spor yapan kişilerin çoğu tanıyordu artık beni
bana selam verenlere bende karşılık veriyordum.

Birden bir güç
sezdim civarda. Tam olarak kestiremedim ama gücün sahibi hızla
ilerliyordu.Olduğum yerde durdum. Havayı derin bir şekilde içime
çektim.Burun deliklerimden giren koku değişikti ama kötüydü. Bu kadar
insanın arasında farklılığı bariz belli oluyordu ve bu kişi Central Park
çıkışına koşuyordu. Çıkışa doğru bütün gücümle koşmaya başladım
Çarptığım insanlardan
-Dikkat etsene. Hey sana diyorum sarışın!
şeklinde
bağrışmalar geliyordu. Hiç birine aldırmadım çıkışa varmıştım. Gördüğüm
tek şey uzun beyaz saçlar... Aklımdan geçen ilk cümle "bu imkansız Rolando Martinez"
olmuştu. Var gücümle koşmaya devam ettim. Parktan çıktıktan sonra bir
sokağa girdim artık ara sokaklarda koşuyorduk. Anında bir şeye çarpıp
geri düştüm.Bu çarpma normal bir insanın her yerini kırabilir hatta
öldürebilirdi bile.
-Seni sürt.k!
diyerek
hızlıca gözümü açtım ama Rolando Martinez yoktu. Bunun yerine başka bir
telekinezi gücüne sahip Karanlık Taraf muriti vardı. Ayağı kalktım ve
tam karşımdaki gülümseyen adama koşacakken üzerime doğru gelen çöp
kutuları dikkatimi dağıtmıştı. Bana ilk çarpan çöp kutusunun içi cam
kırığı dolu olmalı ki bütün kolum boydan doya kesilmişti ama kan yoktu.
Karşımdaki kişide hissettiğim şaşırma ve korku karışımı duygu beni mutlu
etmişti. Ardından gelen çöp kutusunu tuttum ve adama doğru fırlattım.
Adam çöp kutusunu başından savarken kurta dönüştüm. Bu dönüşüm
diğerlerinden kolaydı git gide alışıyordum eskisi gibi baş ağrısı
vücutta acı yoktu aksine vücudunda kıl çıkıp bunların uzamasını
hissetmek insana zevk veriyordu. Adamda tekrar hissettiğim korku duygusu
beni hızlandırdı.Bir hamlede adamın üstüne atlayarak yere yatırdım ve
daha dam bağırırken ağzımla boynunu kopardım. Ağzımdan aşağı akan kanlar
sinirimi bozarken yaptığım vahşilikten utanç duyuyordum.Dev bir kurt
olmak insana manevi yönden zarar verebiliyordu.

İnsan halime geri
döndüm üstüm başım kan içerisindeydi dahada kötü olan yerde kafası
vücudundan ayrı yatan bir adamın olmasıydı.Gerçekten utanç vericiydi. Bu
yaptığım nedendi hırs mı Rolando Martinez e karşı olan intikam duygusu
mu? Hiç bir zaman belkide bilemeyecektim. T-Shirtümü çıkarıp kan olan
yerlerimi t-shirtün temiz yerlerine silerek t-shirtü oraya atıp orda
bıraktım. Sokakların birinden dışarı çıkmaya çalışıyordum anlaşılan çok
derinlere inmiştik. Ama bir yerlerden yolunu buldum ve dışarı çıktım.
Hava kararmaya başlamıştı.Bu günkü hırsım beni kötü etkilemişti onu
farklı bir şekilde öldürebilirdim.
-Bu gün bu kadar yeter!
diyerek evime yürümeye başladım. Yaptığım şeyi düşündükçe gözlerim kapanıyor ve üzülüyordum.
-Hayatı hep iyi bir yer yapmak istemiştim ve şimdi bunu yapıyorum
diyerek
kendimi teselli ediyordum. Apartmana vardığımdaysa yoldan geçen araba
sesleri artmıştı. Olabildiğince sakin daireme çıktım ve yatağıma
uzandım. Şimdi sabah güneşe baktığım yerde aya bakıyordum aklımdan geçen
tek şey " nereden nereye..." olmuştu.Gözlerimi dolunaya karşı kapattım tekrar pırıl pırıl bir sabaha uyanmak için...

-----------------

“Kahretsin”

Ellerim
titriyor ve başımı kaldıramıyorum. Mugglelar beni ölüm yiyenlerden daha
çok korkutuyorlar. Böyle bir durumda Londra’nın ara caddelerine
girmemeliydim. Ara caddelerin birinde iki binanın arasında, karanlıkta
durmuş ve duygusuzca karşımdaki iki muggleı seyrediyordum. Elinde L
şeklinde garip bir asaya benzeyen nesne tutan erkek muggle garip asasını
kadına doğrultmuş ağlıyordu.

“Neden Bell, neden yaptın? ” diye soruyordu erkek muggle. Kadın ise dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya devam ediyordu.

Erkek olan yüzünü yana çevirmişti, kadına bakamıyor gibiydi. Erkekten “Üzgünüm”
gibi bir ses duydum ve bunu büyük bir patlama takip etmişti. Garip
asadan çıkan şey kadının tam kafasına isabet etmişti. Havaya fışkıran
kanları çok net görebiliyordum. İstemeden de olsa gözlerim küçük yaşlar
akıtıyordu. Sesim çıkmıyor, bedenim hareket etmeye itiraz ediyordu.
Erkek olan arkasını dönmüş koşmaya başlamıştı. Sonunda kendime gelip
ortaya çıktım. Bunu kesinlikle daha önce yapmam gerekirdi… Kadına
yaklaştım ve diz çöktüm. Kesinlikle ölmüştü. Mugglelar daha saldırgandı.
Erkeğin yaptığı şey bir öldürme şekli olarak kedavra lanetinden bile
kötü görünüyordu. Dişlerimi sıktım, elime asamı alarak başparmağımla
yavaşça yüzümdeki yaş tanelerini sildim. Neredeyse görünemeyecek kadar
uzağa koşmuş adama baktım.

“Hey sen!” diye bağırdım. Adam bir kere arkasına başmış ve koşuşunu şiddetlendirerek ortadan kaybolmuştu.

Biraz
olsun sakinleşebilmiştim. Ama kararlı adımlarla adamın arkasından
yürümeye devam ediyordum. O kız… O kız bana ölen sevgilim İsabella’yı
hatırlatmıştı, muhtemelen isimleri bile aynıydı. Yosun yeşili
gözlerimden gözyaşları tekrar süzülmeye başladı. Bu adam bunu nasıl
yapabilmişti. Yolda sadece bir iki muggle vardı. Gören kenara çekiliyor,
elime bulaşmış olan kanı görüp korkmaya başlıyordu. Bunu
hissedebiliyordum. Bana bakan mugglelara aldırmayarak yürümeye devam
ettim. Adamı muhtemelen bir daha göremeyecektim ama onun koştuğu tarafa
yürümekten kendimi alamıyordum. Belki de artık bakanlığa dönmeliydim.

“Burada ne yapıyorsun John?” Arkamdan gelen kadın sesiyle irkildim.

Hogwarts’ın
ilk gününde tanıştığım en yakın arkadaşım Blaze sormuştu bunu. Arkama
dönerek ona iyice bir baktım. Ateş kırmızısı saçları, sırtına kadar uzun
ve dalgalıydı. Gerçekten güzel görünüyordu. Sinirlendiğimi mutlaka
anlamıştı. Her zaman anlardı…

“Hiçbir şey Blaze. Sadece bakanlığa yürüyorum” deyip gülümsedim. “Sen burada ne yapıyorsun? ” diyebildim zorluklada olsa.

Kızıl
saçlarıyla müthiş bir görünüm sağlayan mavi gözleri beni süzüyordu.
Yalan söylediğimi anladığını biliyordum ama Blaze iyi bir arkadaştı ve
bunu yüzüme vurmazdı. “Bende bakanlığa yürüyorum. ” dedi oda gülümseyerek.

Biraz
önceki tatsız olaydan bahsetmeye pek niyetim yoktu. Blaze’in gözlerine
bakmadan bakanlığın telefon kulübe girişinin olduğu tarafa yöneldim. Oda
sessizdi fazla konuşmuyordu. Tamda Esrar Dairesi’nden birine yakışacak
bir hareketti. Merkeze doğru ilerledikçe muggle sayısı arttırıyordu.
Elimi kimseye fark ettirmeden silmeyi başarmıştım. Ama insanlar gene de
bize bakmaya devam ediyordu.

“İlginç değil mi? ” dedi Blaze. Ne olduğunu anlamayıp, yüzümde soru işaretleriyle ona baktım. “Yani mugglelar.” dedi. Yaklaşık yarım saat önce gördüğüm şeyden sonra mugglelar ilgincinde ötesindeydi. Tekrar kafamı önüme çevirdim “Evet, öyleler.” dedim.

Nerdeyse
girişe varmıştık. Aniden üstümde bir şey aramaya başladım. Ne aradığımı
ben bile bilmiyordum ama sanki göğsümde bir şeyler hareket ediyordu.
Cebimdeki evrakları çıkardım ve Blaze’e tutmasını ister gibi bir işaret
yaptım. Blaze anında elimdekileri alarak gülmeye başlamıştı. Dışarıdan
komik göründüğüm belliydi. Sonunda elimi cebimin daha derinine daldırdım
ve bir heyecanla yakaladım. Sonra ise gördüğüm şey karşısında hayal
kırıklığı yaşayarak.

“Sadece meyan kökü şekeriymiş.” dedim ve bende gülmeye başladım.

Kulübenin
içine girdik ve kulübe aşağıya inerken muggleların yukarıda kalmasını
seyrettik. Kulübe aşağı inerken Blaze’e baktım ve gülerek evrakları geri
vermesini söyler gibi bir işaret yaptım. Blaze afallamış görünüyordu.

“Ne oldu?” dedim. Blaze dudağını ısırarak“Şey… Ben onları yukarıda kulübenin kenarına koymuştum.” dedi. Üzgün görünüyordu. “Önemli değil ben hemen geri alırım.” dedim ve gülümsedim.

Kulübenin
Blaze’i bıraktıktan sonra tekrar yukarı çıkışını izledim. Birkaç saniye
sonra tekrar muggleların arasındaydım. Çıktığım kulübenin yanında
evrakları hemen bulmuş ve cebime geri koymuştum. Kulübeye adımımı tam
atacakken bir hıçkırma sesi duydum. Arkamdan geliyordu. Bir muggle tam
karşımdaki kulübenin yanında bir muggle yere oturmuş ağlıyordu. Yavaşça
ona doğru bir adım attım. Beni fark etmemiş gibiydi. Birkaç adım daha
attım.

“Sen!”

İkimizde aynı
anda bu kelimeyi birbirimize bağırarak kullanmıştık. Aramızda tek fark o
korkudan arkasındaki duvara iyice yaslanmış, ben ise onun üstüne doğru
çullanmıştım. Bu o genç kadını öldüren pislik herifti. Ağlıyordu… Adamın
üstüne çıkarak çok hızlı bir yumruğu yüzün ortasına geçirdim. Nedenini
öğrenmek istiyordum, neden öldürdüğünü.

“Neden… Neden yaptın bunu?!” diye bağırdım adama. Erkek genç bir muggledı. “Onu seviyordum!” diye haykırıp konuşmaya başlamıştı adam.

Onu
seviyor muydu? O zaman neden… Şaşırmıştım. Onu yakasından tutan ve onu
boğazlamaya hazır duran eller biraz olsun gevşemişti. Onu seviyordu ve
öldürdü. Mugglelar çıldırmış. Erkek de muhtemelen şaşkınlığımı anlamış
konuşmaya devam ediyordu.

“Hem de çok seviyordum!” İyice kafam karışmıştı. “Ama o beni aldattı ve her şeyimi aldı!” diye haykırıp ağlıyordu adam. “Bütün her şeyimi aldı. Paramı, ailemi, her şeyimi…”

Boğazlamak
istediğim adama acımaya başlamıştım. Ellerimi anında bıraktım. Adam
ağlayarak bana bakıyordu ama ben yüzümü çevirmiş ve ayağa kalkmıştım.
Sırtımı onunki gibi duvara dayadım. Gözerim kısılmış ve karşıya
sabitlenmişti. Üzücü… Çok kötü bir durumdu. İsabella benim her şeyimi
alsa acaba ben ne yapardım? Muhtemelen çok sinirlenir ve onu öldürmeyi
denerdim. Ama bunları düşünmek istemiyordum. Onu düşünmek durumu daha da
kötü hale getiriyordu. Benim yukarı geri çıktığım kulübeden biri daha
çıkıyordu. Blaze.

“Johnny ne oldu? Sen geri gelmeyince korktum. ” sesi endişeli geliyordu. Bakışlarımı yere çevirerek “Yok bir şey evrakları aldım haydi gidelim artık. ” dedim. Blaze ise daha çok yerde yıkılmış olan adama bakıyordu.

Ona
aldırmayarak Kulübeye girdim ve içeride yere doğru çöktüm. Kulübe
yavaşça yere iniyordu. Blaze de yanımda çökmüş bir şekilde bana bakıp
bir şeyler söylüyordu ama ben ne dediğini bile anlamıyordum. Aklımda
sadece kadının kafasından dağılan kanlar ve onu vuran adamın hali
geliyordu. Demek adam, kadını öldürmeden önce bu yüzden ağlıyordu…
Kulübe bir sarsıntıyla indi. Hiçbir şey söylemeden kalktım ve yürümeye
başladım.

Her gün baktığım o güzel heykeli umursamıyordum bile.
Sadece yolumda yürüdü ve başım eğik bir şekilde asansöre bindim. Blaze
üzülmüş gibi duruyordu. İnsanlar konuşuyorlardı ama umurumda değildi.
Seher bürosunun katına kadar indim ve konuşmayarak asansörden dışarı
çıktım. Haber ulaştırmak için uçuşan kağıt uçaklar sinirimi bozmaya
başlamıştı. Büroya girdim herkesin bana merhaba demelerini umursamadan
masama oturdum ve hemen İsabella ile birlikte olduğumuz bir fotoğraf
aldım. Çok mutlu görünüyor ve dans ediyorduk. Gözlerimden yaşlar
akıyordu…

“Seni çok özledim İsabell.”

---------------

Heyecan…
Heyecanım her tarafımı sarmıştı, gözyaşlarım yüzümde sürtünerek
burnumun ucundan damlarken… Yalnızlıktan olsa gerek ki ağlıyordum.Benden
yedi sene önce Hogwarts’a başlayan ablam bana perona kadar eşlik
etmişti sonrasında ise kendi başıma, yalnız devam ettim.Oturduğum vagon
bölmesinde iki çocuk daha vardı.Bir şey demiyorlardı fakat “Ağlıyor mu bu yoksa?”
tarzında fısıldadıklarını duyabiliyordum.Ne yazık… Hogwarts’a az
kalmıştı. Üzerinde şu an sadece Hogwarts amblemi olan cüppemi giymiştim
bile ve asam çoktan hazırdı. Heyecanıma engel olamadığım için gereksizde
olsa kafamı vagonun camına sert bir şekilde geçirdim, sanki bu
heyecanımı ve yalnızlık acımı geçirebilecekmiş gibi… Hala gözümden
yaşlar süzülüyordu. Yosun yeşili gözlerim ağlamak istiyor gibiydi ama
yapacak bir şey yoktu yalnızdım. Biraz sonra trenden inecek ve sadece
ailesinin anlattıklarından bildiği heybetli Hogwarts’ı görecektim. Biraz
daha ailemi düşündükten sonra fark ettim. Tren gittikçe yavaşlıyordu…

Tren
aniden durunca olduğum yerde sallandım. Hareket etmek istemiyordum,
trenden inmek istemiyordum. Vagondaki öğrenciler akın akın trenden
dışarı hücum ediyorlardı. Benimle aynı bölmede oturan kız kapıyı açmadan
önce bana “Haydi kalk da gidelim. ” dedi,
bense konuşamıyordum bile… Kızın masmavi gözlerinin içine bakıyordum,
kız besbelli cevap bekliyordu. Sonunda ağzımı açmayı başarabildim “Imm…Şey…Tamam…
ve sadece bunumu söyledim. Tam bir umutsuz vakayım… Bir kez bölmede
etrafıma baktıktan sonra ayağı kaklım ve kızla birlikte bölmeden dışarı
çıktım. Daha vagonun içinde trenin kapısına doğru yürürken kıza “Şey…Çok kabayım kendimi tanıştırmadım.Benim adım Richard.” dedim kızda bana bakıp gülümseyerek “Merhaba Richard. Bende Blaze, tanıştığıma memnun oldum.” dedi. Çok kısa bir zaman sonra Blaze “Bölmede neden ağlıyordun?” diye sordu. Kafamı yere eğdim… Hemen kendime gelerek “Önemli bir şey değil, heyecandan olsa gerek.” dedim. Artık eskisi gibi yalnız hissetmiyordum… Bunun mutluluğuyla Blaze ile birlikte trenden dışarı adımımı attım.

“Aman Tanrım!”
Bunu ciddi anlamda sesli bir şekilde söylemiştim.Başak öğrencilerden de
buna benzer sesler gelmişti.Gerçekten çok büyüktü ve çok güzel bir
saray gibiydi… Buranın kokusu bile farklıydı.Çok güzeldi…Elinde lamba
tutan biri ileriden “Birinci sınıflar dörderli sıra olun ve beni izleyin.Birinci sınıflar…”
diye bağırıyordu. Şaşırmıştım. Önüme bakmadan sadece etrafıma bakarak
ağzım açık bir şekilde yürüyordum. Garip… Bağıran adam bizi önünde
ürkünç ata benzer şeylerin çektiği küçük at arabalarına bindirmişti.
Bunların testral olduğunu ablamdan öğrenmiştim. Sadece ölümü görenler
görebilirdi testralleri. Babamın gözlerimin önünde öldürülmesi aklıma
geldi… Elimi yumruk yaptım ve başımı öne eğdim, gözümden düşen yaş
tanesini görebiliyordum… Karşımda oturan Blaze “Sen iyi misin?” diye sordu. Kendimi hemen toplayarak “Evet, ben gayet iyiyim.” deyip çaktırmadan elimle gözlerimi sildim. At arabası durmuştu tekrar o adam “Hadi oyalanmayın hızlı olun!” diye bağırıyordu.

Yere
bastığım an tekrar rahatlamıştım. İlginç bahçe kapısı tarzında bir
şeyden içeri giriyorduk. Rahatlama hissinin yerini tekrardan şaşkınlık
almıştı. Bu yer o kadar büyüktü ki.. Ağaçlar sanki canlı gibi dinç
duruyordu. Yürürken hafifçe eğildim ve yerden biraz çimen ve taş aldım.
Soğuktu… Biraz ileride çok kocaman, okulun içine açılan ve altın sarısı
gibi gözüken okul kapısı vardı. Oraya doğru ilerlerken etrafıma
bakınmaya devam ediyordum. Vardığımızda hemen en kenara geçip elimi
uzattım o kapılara ciddi anlamda değmek istiyordum. Parmaklarımın ucuyla
kapıya deymeyi başarmıştım. İçimde anlamsız bir sevinç oluşuyordu fakat
birden olduğum yerde dondum kaldım. Burası çok büyük ve değişikti.
Duvarın her yerinde hareket eden tablolar vardı. Arkamdaki öğrenci bana
çarpmadan yürümeye devam ettim.

Adam bizi merdivenlerin başına kadar yürüttükten sonra “Buradan merdivenleri çıkın, merdivenlerin sonunda profesör sizi bekliyor olacak. ”dedi
ve uzaklaştı. Bütün öğrencilerle birlikte bende merdivenleri çıkmaya
başladım. Sonu yokmuş gibi gözüken merdivenlerde ilerlerken hala
etrafıma bakıyordum. Merdivenlerin sonunda yetişkin bir erkek elinde
parşomenle bizi bekliyor gibi gözüküyordu. Merdivenin sonuna gelince
bütün öğrenciler durdu ve bekledi. Büyücü
“Hogwarts’a hoş geldiniz. Şimdi beni dikkatle dinleyin. Ben sizin tılsım
dersi profesörünüzüm. Birinci sınıflar birazdan ortak salona geçecek ve
kafalarına yerleştirilen şeçmen şapka ile binaları belirlenecek.”

dedi. Demek bir profesördü… Bu ana kadar fark etmemiştim ki karşımızda
bir çift büyük kapı daha vardı, muhtemelen ortak salona açılıyorlardı.
Profesör bu kapıları hafif aralayarak geçti ve ortadan kayboldu.
Öğrenciler anında konuşmaya başlamışlardı, birbirlerine “Seçmen şapka da ne!”
gibi sorular soruyorlardı. Bende şeçmen şapkanın tam olarak ne olduğunu
bilmiyordum. Biraz sonra tılsım profesörü tekrar kapıyı aralayarak
gelmişti ve “Sıra sizde beni takip edin.” diyerek kapıları iterek ardına kadar açtı.

Gözlerim
bir an ışıltı yüzünden göremedi. Tekrar gördüğümde ise bir büyük
şaşkınlık daha yaşadım. Salon kocamandı fakat, fakat… Salonun tavanında
gökyüzü ve mumlar asılıydı. Büyü gerçekten güzel bir olay… Profesör
bizim önümüzden ilerleyerek normal gözüken bir sandalyenin yanına gelip
durdu ve sandalyenin üstündeki büyük büyücü şapkasını eline aldı, sonra
bize bakarak “Şimdi çağıracağım kişiler gelecek ve
bu sandalyeye oturacak, bende bu şapkayı başına geçireceğim. Seçmen
şapka o kişinin binasını belirleyecek.”
dedi. Bu da ne demekti şimdi. “Blaze Paritburn! ” trende tanıştığım kız sakin bir şekilde ilerledi ve sandalyeye oturdu. Birkaç kısa saniye sonra şapka “GRYFFİNDOR! ” diye bağırmıştı. Ben “Merlinin sakalı bu da ne?”
diye düşünürken yanımızdaki masadan aşırı derecede alkış sesleri
yükseliyordu. Blaze, Gryffindor masasında yerini almıştı. Bir kaç kişi
daha okundu ve okunanlar Hufflepuff, Ravenclaw, Slytherin, Gryffindor
binalarından birine yerleştirildi.

“Richard John Lloyd!” Adım söylendiği anda kalbim delice çarpmaya başlamıştı. Gene hareket edemiyordum. “Richard John Lloyd!”
adım tekrar söylendiğinde zoraki de olsa adımlar atarak sandalyeye
ilerledim ve oturdum. Profesör şapkayı kafama yerleştirdi şapka hareket
ediyordu! Çok kısık bir sesle “Merlinin sakalı…” demiştim. Şapkanın hırıltılı bir şekilde güldüğünü hissedebiliyordum. Konuşmaya başladı…
“John,John,John…
Bakıyorum sende asil Lloyd ailesindensin
Saman alevi gibisin bir anda parlıyor ama çabuk sönüyorsun.
Tersin kötü; ama kindar değilsin uzun süre nefret bile edemiyorsun.
Garip…
Nereye koysak seni?
Hufflepuff belki…
İnsanları seviyorsun ve güler yüzlüsün…
Sıcakkanlı ve hoşgörülüsün;
Fakat tahammülsüzsün, sabırsız olabiliyorsun.
Her problemi mantığınla çözüyorsun
Hazır cevapsın
Hmmm büyük bir deha pırıltısı var sende…
Büyük baban gibi…
Ravenclaw mı dersin?
Ama sivri bir akıl var sende Slytherin gibi
Yeri geldiğinde küstah ve alaycı
Üstelik tam bir safkan, köklü bir safkan…
Ama ayrımcılıktan uzak ve eşitlikçi
Yüreğinde fazlasıyla sevgi dolu…
Aynı zamanda deli cesaretine sahip…
Ne yapacağız seni John? Sende mi bilmiyorsun?
Mantıkla şekillenmiş bir kişilik…
Sevdiklerin söz konusuysa gözün kara mantığın işlemiyor…
Rahatça düşünmeden ateşe atarsın kendini.
Küstahsın ama mütevazı tarafın daha ağır basıyor.
Eminim Gryffindor seni keyifle yetiştirir ve seninle övünürdü.
Gryffindor olmak ister misin? Baban gibi?
İşime burnunu sokacak kadar küstah değilsin demek!
Öyleyse…
GRYFFINDOR!”

Hem
çok şaşırmış hem de mutlu olmuştum. Gryffindor masası delice
alkışlıyordu profesör şapkayı kafamdan aldı ve masaya gitmemi işaret
etti. Sandalyeden kalkarak Blaze’in yanına oturdum. Blaze “Tebrik ederim.”
diyor ve gülümsüyordu. Cevap verememiştim… Okul müdürü konuşuyor fakat
ben onu dinleyemiyordum.Biraz sonra masaların hepsinde yemekler
oluşuverdi. Buranın harikalığı karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Belinda Jacqueliné Nicolé
Kurucu-Admin/Eğitmen
Kurucu-Admin/Eğitmen
Belinda Jacqueliné Nicolé


Kadın Mesaj Sayısı : 95
Reputation : 1
Kayıt Tarihi : 07/08/10
Nerden : -

Rp Puanı
Güç Seviyesi:
Chris Black Left_bar_bleue100/100Chris Black Empty_bar_bleue  (100/100)
Uyarı Seviyesi:
Chris Black Left_bar_bleue0/0Chris Black Empty_bar_bleue  (0/0)

Chris Black Empty
MesajKonu: Geri: Chris Black   Chris Black EmptySalı Ağus. 31, 2010 11:30 am

Bayıldım.
Harika bir kurgusu vardı. Renklendirme iyiydi. Çok az yazım yanlışı gördüm. Biraz hastası olduğum film Harry Potter'dan esinlenilmişti.
Puanın: 95.
Olmak istediğin rütbe?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://dolunayokulu.vampire-legend.com
Nerissa Valérié Bowden
Admin/Yüksek Rahibe/Bütün yetenekleri kullanabilme
Admin/Yüksek Rahibe/Bütün yetenekleri kullanabilme
Nerissa Valérié Bowden


Kadın Mesaj Sayısı : 54
Reputation : 0
Kayıt Tarihi : 07/08/10
Nerden : Tulsa Gece evi

Rp Puanı
Güç Seviyesi:
Chris Black Left_bar_bleue100/100Chris Black Empty_bar_bleue  (100/100)
Uyarı Seviyesi:
Chris Black Left_bar_bleue0/0Chris Black Empty_bar_bleue  (0/0)

Chris Black Empty
MesajKonu: Geri: Chris Black   Chris Black EmptySalı Ağus. 31, 2010 4:15 pm

Puana göre rütbe veriliyor.Eğer değiştirmek isterseniz başvuru bölümünden değiştirebilirsiniz.Yada belirtebilirsiniz.

Konu KilitArrow
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Chris Black
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Dolunay Okulu :: RPG :: RPG Puanlatımı-
Buraya geçin: